İdari yargılamada sebep unsuru

İDARİ YARGILAMADA SEBEP

GİRİŞ

İdare Hukukunda idari işlemlerin unsurları doktrinde ve yargı kararlarında genellikle yetki, şekil, sebep, konu ve amaç olarak sayılmaktadır. Bu beş unsura altıncı bir unsur olarak “usul” de eklenmekte ise de geleneksel olarak doktrinde ve içtihatlarda “usul” unsuru “şekil” unsurunun bir parçası olarak kabul edilmektedir. Bu durumun nedeni ise pozitif hukukumuzda idari işlemlerin yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuki denetimlerinin yapılmasının öngörülmesidir. Nitekim 06.01.1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu 2/a maddesinde idari işlemlerin “yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı” oldukları iddiasıyla iptal davası açılmasından bahsedilmektedir.

İnceleme konusu olan sebep unsuru ve bu unsur yönünden idari yargı organları tarafından yargısal denetim yapılırken karşımıza çıkan “sebep ikamesi” (sakat sebeplerin sağlam sebeplerle değiştirilmesi) kavramı  iki ayrı bölüm halinde ele alınacaktır. Sebep unsurunun özellikleri ve hukuka aykırılığının denetlenmesi birinci bölümde; “sebep ikamesi” kavramı, idari işlemlerin birden çok sebebinin bulunması, sebep ikamesinin takdir yetkisi ve bağlı yetki durumunda uygulanması tartışmaları ile Danıştay kararlarında sebep ikamesinin uygulaması ise ikinci bölümde ele alınacaktır.

1- İDARİ İŞLEMİN UNSURLARINDAN SEBEP UNSURU

1.1-GENEL OLARAK

İdare hukukunda işlemler kendilerinden önce gelen ve nesnel kurallarla belirlenmiş bir sebebe dayanmalıdır[1]. Sebep, işlemi yapanın kendi düşüncesinde yer alan ve bu nedenle tercih ettiği husus olmadığından nesnel bir nitelik taşır. Sebep idareyi işlem yapmaya sevk eden hukuki veya fiili etkenlerdir[2]. Bir idari işlemin sebebi o idari işlemden önce gelen, idareyi o işlemi yapmaya yönelten ve nesnel hukuk kurallarınca belirlenmiş bulunan, bir başka deyişle idari işlemin varlık nedeni olan kamu yararının gerçekleşmesine elverişli ve yeterli bir etkendir[3].

İdare tesis ettiği idari işlemi, hukuka ve gerçeğe uygun sebep ya da sebeplere dayandırmak zorundadır[4]. Sebebin hukuka uygun olması, idarenin işlemini dayandırdığı sebebin, kanunda o işlemin tesisi için dayanılabileceği öngörülen sebep ya da sebeplerden olması demektir[5].

Öte yandan yargı yerleri idari işlemin dayandığı sebebin gerçek olup olmadığını da araştırır[6]. İdarenin bütün faaliyetlerinin amacı kamu yararını gerçekleştirmektir. Bu yüzden idarenin işlemleri de bu amacı gerçekleştirmeye yönelik bir sebebe dayanmalıdır. İdare hukukunda idarenin tesis ettiği işlemin bir sebebe dayanması ve bu sebebinde kanuna aykırı olmaması gerekir. Aksi halde yapılan işlem sebep bakımından hukuka aykırı olur[7].

            İdareyi bir işlem yapmaya yönelten etken (sebep), maddi olaylar olabileceği gibi o işlemden önce yapılmış başka bir işlemde olabilir[8]. Örneğin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmeyen memura aylıktan kesme cezası verilebilmesi için maddi olayın (bir veya iki gün göreve gelmemek) gerçekleşmesi gerekir.

İdari işlemin sebep unsuru nesnel niteliklidir; çünkü hem hukuk kuralları tarafından belirlenmekte hem de fiili ve maddi bir olgu biçiminde ortaya

çıkmaktadır[9]. İdari işlemin hukuki sebebi, idareyi o işlemi yapmaya iten, soyut hukuk kuralıdır. İdare, işlemini hukuk kuralına ve bu hukuk kuralını doğru yorumlayarak dayandırmak zorundadır[10].

İdari işlemin unsurlarından olan “sebep”in tanımının değişik şekillerde yapıldığı görülmektedir. Bu tanımlarda sebep, “karar alınmadan, işlem tesis edilmeden önce varolan ve idareyi belli bir karar veya işleme götüren hukuki veya işleme götüren hukuki veya fiili durum” ; “idari otoriteyi, bir tasarrufu ittihaza yönelten dürtü”; yönetimi işlem yapmaya yönelten etkenler”; “idari işlemin dışında, idareyi böyle bir işlem yapmaya yönelten etkenler” olarak ifade edilmektedir.

Sebep unsurunun tanımlarından anlaşılacağı üzere idari işlemin mutlaka bir sebebe dayanması gerekir ve bu sebep objektif nitelikte olmalıdır. İdareyi işlem tesis etmeye götüren sebep, maddi ve fiili bir olay yada hukuki bir durum olarak kendini gösterebilir. Örneğin görevine bir süre gelmeyen bir memurun verilen disiplin cezanın nedeni bir eyleme; yaş haddi nedeniyle emekliye ayırma işleminin nedeni maddi bir olaya; yabancı uyruklu bir kişiye sürekli yerleşme izni verilmemesi işleminin nedeni (yabancı uyruklu olmak) bir hukuki duruma dayanmaktadır.

Özel hukukta işlemlerin sebepleri kanunlarla belirlenmemiştir. Bu alanda kişiler istedikleri bir sebeple hukuki işlem yapmak konusunda özgürlerdir. Özel hukukta işlemin sebebi yapılan işlemin geçerliliğini etkilemez. Oysa idare hukukunda, idarenin amacı kamu yararını gerçekleştirmek olduğundan bu amaçla yapılan işlemlerin de mutlaka bir sebebinin bulunması gerekir. İdarenin bir işlem tesis ederken işlemin kanuna aykırı olmaması gerekir.

Örneğin bir memura disiplin cezası verilmesini gerektiren bir davranışta bulunmadığı halde disiplin cezası verilmesi 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda hangi sebeplerle memurlara disiplin cezası verileceğine dair düzenlemeye aykırılık teşkil edecektir. Oysa özel hukukta iki kişi tarafından düzenlenen bir borç senedinin sebebinin ne olduğunun senedin geçerliliğine bir etkisi bulunmamaktadır.

 

 

 

2-SEBEP UNSURUNUN İDARİ İŞLEMDEKİ GÖRÜNÜMLERİ

2.1-SEBEBİN AÇIKÇA GÖSTERİLMESİ

Kanunlar ve düzenleyici işlemler, belli bir idari tasarrufun sebeplerini açık ve somut biçimde gösterebilir. Bu takdirde idare için bağlı bir yetki söz konusudur. İdari işlem ancak, mevzuatta düzenlenmiş olan sebebin varlığı halinde ve o sebebe dayalı olarak tesis edilebilir.

Bu durumda idari tasarrufun sebebi objektif bir surette tayin ve tespit edilmiştir. Tasarrufa sebep teşkil eden maddi hadise mevcut olmadığı veya bu hadise objektif hukukun kabul ettiği sebepler arasına girmediği takdirde tasarrufun iptal edilmesi gerekir.

İdari işlemde sebebin açıkça gösterilmesine mevzuatımızda bir çok örnek bulunmaktadır. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 125. maddesinde devlet memurları hakkında uygulanacak disiplin cezaları ve memuriyetten çıkarma işlemlerinin sebepleri açıkça düzenlenmiştir. Örneğin bir memurun görevi ile ilgili olarak her ne şekilde olursa olsun bir çıkar sağlaması, kademe ilerlemesinin 1 ila 3 yıl durdurulmasının sebebini oluşturmaktadır. İdare bir memura yalnızca 15 dakika işe geç geldiği için bir memura kademe ilerlemesi cezası veremeyecektir; zira mevzuatta kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının sebepleri açıkça düzenlenmiştir ve bu sebepler arasında mesaiye geç kalmak sayılmamıştır.

Bir idari işlemin tesisinde yazılı hukukun idareyi belli bir sebeple bağlı tuttuğu hallerde, idarenin işleminde ve bu işlemin dava konusu edilmesi halinde yargı organlarına verdiği savunmada bu sebebi inandırıcı biçimde açıklaması gerekir. Konu ile ilgili olarak Danıştay bir kararında şu şekilde karar vermiştir[11]:

”…İdare Hukuku esaslarına göre idare, işlemine dayanak olarak gösterdiği sebebin varlığını inandırıcı bir biçimde ortaya koymak zorundadır. Bu sebebin varlığının ortaya konulmamamsı halinde işlem sebep unsuru bakımından sakat olur. Dava dosyasının ve dosyada bulunan uyuşmazlık konusu Yıllık Ünite Günlük Plan Defterinin kapağının sol üst köşesindeki açık kırmızı renkli olup bir partinin amblemine benzetilen üç harfin incelenmesinden bunların herhangi bir siyasi partinin amblemi yada kısaltılmış adına benzemediği bu plan defterinin dağıtıcılığı yapan…firmanın kelimelerinin baş harflerinin bir araya getirilmesinden oluşan harfler topluluğundan ibaret olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, davalı idare işleminin tesis nedeni olarak gösterilen sebep tutarlı ve geçerli olmadığından işlem sebep unsuru bakımından sakatlanmıştır…”

2.2- SEBEBİN (AÇIKÇA DÜZENLEMEMEKLE BİRLİKTE) GÖSTERİLMESİ ZORUNLULUĞU

Bu durumda idari tasarrufun sebebi objektif bir kural ile tayin ve tespit edilmemekle birlikte objektif hukuk idareyi bir sebep göstermekle mükellef tutulmuştur. “Yani tasarrufun sebebi üstün hukuk kaidesi ile tayin ve tespit edilmiş olmamakla beraber hukuken bu tasarruf sebepsiz, illetsiz bir tasarruf olmayacaktır. İdare kendisini böyle bir karar almaya sevk eden sebebi göstermek mecburiyetindedir.”

İdarenin işlem tesisinde sebebin açıkça düzenlenmediği, ancak sebebin genellikle belirsiz kavramlarla ifade edildiği görülmektedir. “Belirsiz hukuki kavramlar” olarak ifade edilen bu sebepler genellikle “kamu düzeni”, “genel sağlık”, “milli güvenlik”, “genel ahlak”, “lüzumlu görüldüğünde”, “gerektiği takdirde”, “zorunlu hallerde”, “özelliğine göre” vs. şekilde mevzuatımızda düzenlenmiştir. Örneğin Belediye Memur ve Müstahdemleri Tüzüğünün 94. maddesinde, belediye encümenleri ile belediye başkanlarının “idari lüzum” ve “zaruretler” nedeniyle belediye memurlarını azledebilecekleri düzenlemesine yer verilmiştir. Bu hükme dayanılarak yani “idari lüzum” üzerine bir memurun azli üzerine açılan iptal davasında idare mahkemesi idarenin gösterdiği nedenin “lüzuma” uygun düşüp düşmediğini” denetleyecektir.

İdari işlemin sebep unsuru bu tür belirsiz, soyut kavramlarla ifade edilmiş olsa dahi böyle durumlarda idare sebep olarak belirli somut olay ve durumlara dayanmak zorundadır. Bunun yanında idare dayandığı olayın hukuki vasıflandırmasını da doğru yapmak zorundadır.

Konu ile ilgili olarak bir Danıştay kararında, 5434 sayılı kanunun 40. maddesine göre 60 yaşını doldurduğu gerekçesiyle emekliye sevk edilen bir memurun açtığı iptal davasında şu şekilde karar vermiştir:[12]

“5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun 40. maddesinin 1. fıkrasında iştirakçilerin vazifeleriyle ilgilerinin kesilmesini gerektiren yaş haddinin 65 yaşını doldurdukları tarih olduğu hükme bağlanmış ve 43ncü madde de yazılı olanlar dışında, hizmet müddetleri ne olursa olsun (60) yaşını dolduranlar hakkında da kurumlarca yaş haddi uygulanabileceği belirtilmiştir. Bu madde ile 60 yaşını dolduran iştirakçilerin hizmet müddetleri ne olursa olsun yaş haddi uygulanmak suretiyle emekliye sevkleri konusunda kurumlara takdir yetkisi tanınmış ise de; kurumların haiz olduğu bu yetkinin hukuka uygun olarak kullanılıp kullanılmadığının denetimi de 2577 sayılı İdare Yargılama Usulü Kanunun 2 nci maddesi hükmü gereğidir.

Davada, davalı idare davacının 60 yaşını doldurması üzerine emekliye sevkini haklı kılacak herhangi bir sepet gösteremediği gibi, idarelerinin her yıl temmuz ayında 60 yaşını dolduran mensuplarının söz konusu maddeye göre re’sen emekliye sevki konusunda mutad uygulamaları olduğunu belirtmek suretiyle davacıyı salt 60 yaşını doldurduğu gerekçesiyle emekliye sevk ettiğini ortaya koymuş bulunmaktadır.

Oysa, salt 60 yaşını doldurmuş bulunması, iştirakçisinin sözü edilen Kanun hükmüne göre emekliye sevki için yeterli olmayıp ayrıca, fiziki güç ve sağlık durumunun elverişsiz olması gibi kamu hizmetinin yürütümünü aksatacak bir özrünün de bulunmaması gereklidir. Açıklanan bu durum karşısında yukarıda belirtilen şekilde herhangi bir sebebe dayanmadan tesis edilen dava konusu re’sen emekliye sevk işleminin sebep yönünden hukuka aykırılığı sebebiyle iptaline karar verildi.”

2.3-SEBEBİN GÖSTERİLMESİNİN ZORUNLU OLMAMASI

 Hukuk kuralları, idarenin bir kısım tasarrufları için sebepler göstermedikleri gibi bir sebep gösterilmesi zorunluluğu da gerektirmemişlerdir. Bu takdirde tasarrufun sebep ve saiki tamamen sübjektif bir mahiyet alır ve burada idarenin takdir yetkisi söz konusu olur.

İdarenin, tesis ettiği işlemde sebep gösterme zorunluluğunun bulunmaması durumunda idarenin takdir yetkisi bulunduğu kabul edilerek işlemin yargısal denetiminin mümkün olup olmadığı tartışma konusu olmuştur. Bu konudaki bir görüşe göre; bu tür tasarrufların “sebepsiz, illetsiz, mücerret” tasarruflar olmaları nedeniyle “sebep objektif bir unsur olmaktan çıkar ve tasarruf sebep gösterilmediği takdirde de muteber olur. Burada sebep unsurunun idarenin takdir salahiyetine (yetkisine) gireceği ve kazai murakabenin (yargısal denetimin) dışında kalacağı kabul edilmektedir.”

Bu görüşün aksine diğer bir görüşe göre ise, bu durumda da idarenin bir sebebe dayanması zorunludur. Zira, idari işlemin sebep ve maksat unsurları arasında zorunlu bir bağ vardır ve sebebin hiç gösterilmemesi halinde dahi, idari işlemin o işlemden beklenen amacı gerçekleştirmeyi sağlayacak bir sebebe dayanması zorunludur. Bu nedenle, sebebin hiç gösterilmemiş işlemlerde de idare belli olaylara ve nedenlere dayanarak işlem yapmalıdır. İdarenin dayanacağı bu olay ve nedenler gerçek olmalı ve söz konusu işlemi yapmaya yeterli olmalıdır. Yoksa işlem sebep unsuru yönünden sakat olacaktır.

İdarenin sebep gösterme zorunluluğunun öngörülmediği durumlarda idarenin sebep göstermemesi, işlemin hukuka aykırı olduğunu göstermez ve bu konuda idarenin takdir yetkisi bulunduğu açıktır. Ancak idareye tanınan takdir yetkisi mutlak ve “sınırsız” değildir. Bu durumda takdir yetkisinin “kamu yararı”, “kamu düzeni”, “kamu güvenliği” ve “hizmet gereği” gibi genel yararlılığı gösteren kavramlar doğrultusunda kullanılması gerekir; aksi takdirde bu işlem sakat olur ve yargı yerince iptal edilir. Nitekim sebep gösterilmeyen bir işleme karşı açılan bir davada, mahkeme işlemi denetleyebilmek için 2577 sayılı İYUK m. 20/1 ‘e göre ara kararıyla, idareyi işlemi tesisine götüren nedenleri sorarak konuya ilişkin bilgi ve belgeleri isteyebilir. Bu durumda idare, sebebi mahkemeye bildirdiğinde bu sebebe göre yargısal denetim yapılır.

 

3- SEBEP UNSURUNUN YARGISAL DENETİMİ

3.1-GÖSTERİLEN SEBEBİN YOKLUĞU – GERÇEĞE AYKIRILIĞI

Bir idari işlemin sebep unsuru yönünden yargısal denetim yapılırken, yargı organı, idarenin işlem tesisine gösterdiği sebebin hukuka ve gerçeğe uygun olmasını inceleyecektir. İdarenin gerek işlem tesis ederken, işlem tesis ederken sebep göstermemiş ise yargılama sırasındaki savunmasında gösterdiği sebebin hukuka yada gerçeğe aykırı olması durumunda işlemin iptali söz konusu olacaktır. İdarenin bir tasarrufu muayyen bir sebebe dayanarak yaptığını söylemesi ve sebebi zikretmesi halinde zikredilen sebebin yokluğu veya hakikate aykırılığı, tasarrufun sakatlığı ve iptali sonucunu doğurur. İdarenin işlemin sebebini vasıflandırmasındaki hatası ise ayrı bir iptal sebebidir.

Örneğin bir memurun kademe ilerlemesi cezası verilmesi gereken bir eyleminin idare tarafından devlet memurluğundan çıkarma sebebi olarak değerlendirilmesi halinde işlem sebep unsuru yönünden hukuka aykırı olacaktır.

İdare tarafından işlem tesisine esas alınan sebebin gerçeğe aykırı olması ya da sebebin aslında hiç mevcut olmaması halini idari yargı organları her zaman araştırabileceklerdir. Buna “olayların maddi doğruluğunun denetimi” denmektedir. Bu konuda Danıştay 8. Dairesinin bir kararında[13] üniversite kurucu rektörünün görev süresi dolmadan görevden alınmasına gerekçe olarak gösterilen olayların Yüksek Öğretim Denetleme Kurulunca yapılan inceleme sonucunda gerçek olmadığı, “davacıyı sorumlu kılacak olumsuz bir davranışının bulunmadığı” belirtilmiş ve görevden alınma işleminin iptaline karar vermiştir.

Danıştay 5. Dairesi[14] ise bir kararında, bir bakanlıkta daire başkanı olan davacının, bu görevinden alınarak il kültür müdür yardımcılığı görevine naklen atanması ile ilgili olarak, söz konusu atama işlemini “kadro ve ihtiyaç bakımından zorunlu kılan somut nedenlerin bulunmadığı” gerekçesiyle iptal eden idare mahkemesi kararının hukuka uygun olduğunu belirterek kararı onamıştır.

Her idari işlemin mutlaka dayandığı bir neden bulunmalıdır. Nedensiz işlem tesis edilemez. Diğer bir ifade ile nedenin, idari işlemin gerekçesini oluşturduğu da söylenebilir. İdare Hukukunda işlemler kendilerinden önce gelen ve nesnel kurallarla belirlenmiş bulunan bir “neden” e dayanmalıdır. İdari işlemin nedenini, ya nesnel hukukun bir kuralı ya da nesnel hukuka uygun maddi bir olay oluşturur. Nesnel hukukun öngördüğü bir neden veya maddi olgu yok ise işlem sakat, dolayısıyla hukuka aykırı olur[15]

‘’...davacının hiçbir eylem ve faaliyetinin tespit edilememesi nedeniyle hukuken var olduğu ve gerçekliği saptanamayan veya makul ve inandırıcılığında kuşku duyulan, bu yüzden işlem tesisine yeterli kifayet ve derecede bulunmayan nedenler hukuk devletinde bir işleme neden alınamazlar alınsalar bile o işlemin hukuken geçerli sayılması düşünülemez.

Bunun gibi işlemin amacı, kamu hizmetinin kamu yararına dönük biçimde ve kişisel yarar ile dengeleşimi de sağlanarak yürütülmesidir. Teorik olarak, yardımcı doçent statüsüne ulaşmış bir kamu görevlisinin, daha yukarı bir kariyerde kamu hizmetine katkıda bulunması, kamu hizmetinin yararınadır denilebilir. Yardımcı doçent olan davacının mesleki geleceği bakımından kişisel yararı, ilk elden doçentlik sınavlarına,girip başarı sağlayarak doçent olmaktır. Koşulları bulunmak kaydıyla yardımcı doçent olmuş birisinin, doçent olarak hizmet vermesi kamu hizmetinin yararına olacaktır.

Davacının doçentlik sınavlarına girişine engel sayılan halleri geçerli ve kabule değer özürler olarak kabul edilmeyeceğine göre, değerlendirmede hataya düşülerek doçentlik sınavına girişi için yaptığı başvurunun reddi, hem kişisel ve hem de kamu hizmetinin yararına olduğu düşünülemez. Bu itibarla işlemi amaç unsuru yönünden de hukuka aykırı saymak gerekir.

Açıklanan nedenlerle davacının doçentlik sınavına katılmak üzere yaptığı başvurunun kabul edilmemesine ilişkin işlem sebep ve amaç unsurları bakımından hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığından işlemin iptaline…” karar verilmiştir.

Bu konuda bir diğer ihtimal ise idarenin işlem tesisinin gerçek sebebini gizleyerek, başka bir sebep göstermesidir. Öğretide fazla kullanılmasa da bu durumun “sebep saptırması” olacağı ileri sürülmüştür.

3.2- GÖSTERİLEN SEBEBİN HUKUKA UYGUNLUĞUNUN DENETİMİ

İdari işlemin sebep unsuru yönünden hukuka uygun olması için yalnızca o işlemin sebebinin mevcut olması yetmez aynı zamanda idarenin bu işlem için öngördüğü sebebin vasıflandırılmasının da doğru olması gerekir. İdare hukuki nitelendirmeyi doğru yapmış ise, mahkeme idarenin gösterdiği sebebin bu yönüyle hukuka aykırı olduğuna karar vererek işlemin iptaline karar verecektir.

ONAR, bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:[16] “İdare bir sebep göstermiştir ve bu sebebe terettüp eden başka bir hüküm vardır. Bu takdirde tasarrufun gene iptali lazım gerekir. Çünkü sebeple mevzu arasında bir alâka yoktur ve binaenaleyh tasarruf, esas bakımından kanuna muhaliftir. Filhakika sebep unsurunu esas yani kanuni şartlar arasında tetkik ettiğimize ve gösterilen sebebin kanunda başka bir hüküm ve neticesi olduğuna ve tasarrufun bu maddi unsuru, yani hadisede sebep ve hüküm, bir kül olarak nazara alınacağına göre yanlış tatbik edilmiş demektir ve binaenaleyh tasarruf, esas bakımından batıl olur.”

Bu durumda İdari işlemin sebebin hukuka uygunluğunun denetiminde, idare tarafından gösterilen sebep başka bir hukuksal sonuç doğuruyorsa ya da sebep olarak gösterilen olay ile işlem arasında yararı yönünden normal bir ilişki yoksa sebep yönünden işlemin hukuka aykırılığı söz konusu olacaktır.

Konu ile ilgili olarak; Bakanlar Kurulunun bir grevin “milli güvenliği ve genel sağlığı bozucu nitelikte” olması sebebine dayanarak ertelenmesine karar vermesi üzerine, bu karara karşı açılan iptal davasında Danıştay 10. Dairesi:[17] “davalı idarenin savunmasıyla, dosyada bulunan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesi sonucu, grevin uygulandığı işyerlerinin ve yapılan işlerin niteliği dikkate alındığında ertelenen grevin yasada öngörülen anlamda milli güvenliği ve genel sağlığı bozucu nitelikte olmadığı “gerekçesiyle kararın iptaline karar verilmiştir.

4- İDARİ YARGIDA SEBEP İKAMESİ

4.1-İDARİ İŞLEMİN BİRDEN FAZLA SEBEBİNİN BULUNMASI

İdare hukukunda bir idari işlemin birden fazla sebebi olabilir. Kural olarak idari işlemin sebeplerinin tamamının hukuka uygun olması gerekir. Ancak her zaman idari işlemin dayandığı bütün sebeplerin tamamı hukuka uygun olmayabilir. Böyle bir durumda yani sebeplerin birden fazla olduğu, ancak sebeplerden bazılarının hukuka aykırı olduğu durumlarda işlemin her zaman iptali söz konusu olacak mıdır? Bu konuda genellikle, birden fazla sebebe dayanan işlemin iptal edilebilmesi için, hukuka ya da gerçeğe aykırı sebebin sonucu etkileyici nitelikte olması gerektiği kabul edilmektedir[18].

Şayet sebep sonucu etkileyici nitelikte değilse, diğer sebep veya sebepler hukuka uygun ise işlem iptal edilmeyecektir. Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun[19] 13/03/1992 tarihli ve E:1991/129, K:1992/114 sayılı kararında, iki ayrı kanuna dayanılarak yürürlüğe konulan Bakanlar Kurulu Kararının dayanağı olan kanun hükümlerinden birinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi halinde Bakanlar Kurulu Kararının geçerliliğini yitirmeyeceğine karar verilmiştir[20].

İdari işlemin sebeplerinin çokluğu konusunda “belirleyici sebepler” ve “ek sebepler” ayrımı yapıldığı da görülmektedir. Conseil d’Etat (Fransız Danıştayı) tarafından yapılan bu ayrıma göre “belirleyici sebepler” idareyi işlem yapmaya yönelten asıl sebeplerdir. “Ek sebepler” ise idari işlemin asıl sebebini teşkil etmeyen, onlar olmasa dahi idarenin işlemi yapacağı sebeplerdir. Conseil d’Etat belirleyici sebeplerde sakatlık yoksa, yalnızca ek sebeplerde sakatlık varsa işlemin iptal edilemeyeceğine karar vermiştir.

Bir idari işlemin birden fazla sebebinin bulunması durumunda değişik ihtimaller bulunmaktadır. İdare, tesis ettiği işlemin sebeplerin tamamını işlemi tesis ederken göstermiş olabilir. Bu durumda işleme esas alınan bütün sebepler baştan beri taraflarca ve konunun yargı organı önüne taşınması halinde sebeplerin hukuka uygun olup olmadıkları ayrı ayrı incelenecektir.

Mahkemece bir idari işlemin sebep yönünden hukuka aykırı olduğunun tespiti ile iptal edilmesi üzerine, işlemin dayandığı sebebin değişmesi veya yeni sebeplerin ileri sürülmesi halinde işlemin yenilenmesi mümkündür. Bu duruma örnek olarak hukuki dayanağın değişmesi, işlemi hukuka uygun yapma olanağı veren yeni bir kanun çıkması verilebilir.

4.2-SEBEP İKAMESİ KAVRAMI

Bir idari işlemin birden fazla sebebi bulunmasına rağmen, işlemin iptali istemiyle açılan davada idare tarafından yalnızca bir sebebe dayanılarak savunma yapılabilir. Bu durumda bu sebebin hukuka aykırı olduğunu (veya gerçek olmadığını) gören yargı organının idarenin savunmasında ileri sürmediği sebebe dayanarak (davanın reddine) karar vermesi konusu ayrı tartışma konusudur.

İdari yargıda, hukuk yargılamasından farklı olarak kendiliğinden araştırma ilkesi geçerlidir. 2577 sayılı İYUK 20. maddesine  göre, mahkeme bakmakta olduğu davaya ilişkin her türlü araştırma ve incelemeleri kendiliğinden yapabilir. İdare mahkemesi, taraflarca ileri sürülmese de hukuk kurallarını re’sen dikkate alarak, incelediği işlemin sakat sayılması ya da sayılmaması için başka bir sebep görürse buna dayanabilecektir.

“Sebep İkamesi” kavramının özellikle öğretide çok fazla kullanılmadığı görülmekle birlikte bu kavramın karşılığı olarak “sakat sebeplerin sağlam sebeplerle değiştirilmesi” kavramı da kullanılmaktadır. Öğretide açık bir tanımı yapılmadığı görülen “sebep ikamesi”, idarenin bir işlem tesis ederken dayandığı sebebin hukuka aykırı olması durumunda, yargı organı tarafından, dava konusu edilen o işlemin, hukuka uygun başka bir sebebinin tespiti üzerine hukuka uygun bu sebebin hukuka aykırı olan diğer sebebin yerine konması olarak ifade edilebilir. Bu kavramda önemli olan sakat sebebin yerine aslında o işlemi hukuka uygun hale getiren ve işlemin tesisinde de var olan başka bir sebebin ikame edilmesidir[21].

Danıştay 10. Dairesinin[22] 24/12/1987 tarihli ve E:1985/2229, K:1987/2181 sayılı kararında sebep ikamesi şu şekilde ifade edilmiştir:

“…dava konusu işlemde, işlemin tesisine dayanak gösterilen sebep yerinde değildir. Ancak iptal davasında bir idari işlemin hukuka uygunluk denetimi yapılırken, işlemin sadece yazılı olan sebebi ile bağlı kalınmayacağı; yargı yerinin, işlemin tesisini gerektiren başka bir sebebin bulunup bulunmadığını da araştıracağı ve gerektiğinde sebep ikamesi yoluna gidebileceği açık bulunmaktadır.”[23]

Yani açılan bir davada idarece ileri sürülmemiş ancak idari yargı yerince dosyanın incelenmesi sonucu başka bir sebep saptanmış ve idarece ileri sürülen sebebin hukuken geçerli olmadığı belirlenmiş ise idarenin ileri sürdüğü sebep bir yana bırakılarak doğrudan saptanan sebebe göre uyuşmazlık çözümlenebilir.

Diğer bir ifadeyle idarenin dayandığı sebebin hukuka aykırı olması durumunda, idari yargı bu sebebin yerine idarenin ileri sürmediği ama kendi tarafından tespit edilen hukuka uygun bir sebebi koyabilmektedir

Sebep ikamesinin mahkeme tarafından uygulanabilmesi için idarenin işleminin tesis edildiği tarihte, hukuka uygun olan sebebinin mevcut olması gerekir. Şayet idare işlem tesis ederken bu işlemin bir sebebi mevcut ve o sebep de hukuka aykırı ise, sonradan bu işlemin hukuka uygun hale gelmesini sağlayan yeni bir sebep gerçekleşirse bu durumda idari yargı organı tarafından “sebep ikamesi” yoluyla davanın reddine karar verilmemelidir. Zira idari yargıda hukuka uygunluk denetimi yapılırken, işlemin yapıldığı andaki hukuki düzenlemelere göre yargısal denetim yapılır.

Örneğin bir devlet memurunun göreve devamsızlığı nedeniyle memuriyetine son verilmesi sonrasında, memur tarafından açılan iptal davası devam ettiği sırada memurun memurluktan çıkartılmasına neden olacak (sonradan) yüz kızartıcı bir suç işlediğini varsayalım.

Şayet memurun göreve devamsızlığının kanunda memuriyetten çıkarma için yeterli sürenin bulunmadığının anlaşılması ve işlemin dayanağı olan bu sebebin hukuka aykırı olduğunun anlaşılması halinde, memurun sonradan işlediği yüz kızartıcı suç gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilemez.

Zira her şeyden önce memur hakkındaki (ilk sebebe dayalı) çıkarma tarihinde memur henüz yüz kızartıcı bir suç işlememiştir ve çıkarma sebebi olan göreve devamsızlık hukuka aykırı bulunup mahkemece iptal edildiğinde, memur hakkında yüz kızartıcı suçtan yeniden çıkarma işlemi uygulanıncaya kadar geçen sürede maaş, emeklilik vs. özlük hakları ödenecektir. Kısaca, mahkemece sonradan gerçekleşen sebebe göre davanın reddine karar verilmesi mümkün olmamalıdır.

4.3-UYGULAMADA SEBEP İKAMESİ

İdari işlemlerin yapılışında bazı sebeplerin varlığı halinde, idare işlem tesis etmek zorundadır. Ancak bazen kanun koyucu genel bir sebep öngörmüş olup o konuda işlem tesis edilmesini idarenin takdir yetkisine bırakmıştır. Bu noktada, “bağlı yetki” ve “takdir yetkisi” konusuna değinmek yerinde olacaktır.

4.3.1-Bağlı Yetkide Sebep İkamesi

Bağlı yetki, bir işlemin tüm unsurlarını hukuk kurallarının belirlediği ve idareye bu konuda herhangi bir tercih ve seçim olanağının bırakılmadığı durumlar için söz konusu olur[24]. Bağlı yetki, bir kısım konularda hukukun idareye, belirli koşul ve durumların gerçekleşmesi halinde belli bir çözüm şeklini uygulama ödevini yükler[25]

İdari yargıda taraflar ileri sürmemiş olsa dahi mahkeme, incelediği işlemin hukuka aykırı veya hukuka uygun sayılması için başka bir sebep görürse bu sebebe dayanarak hüküm kurabilecektir. Yukarıda, mahkemenin hukuki denetim sırasında işlemin hukuka uygunluğu yönünde yeni bir sebep bulunduğunda, sebep ikamesi yoluna başvuracağı izah edildi. Danıştay da istisnai kararları bulunmakla birlikte[26]; “…iptal davasında, idari işlemin hukuka uygunluk denetimi yapılırken, yargı yerince sadece işlemin yazılı olan sebebi ile bağlı kalınmamalı, söz konusu işlemin tesisine gerektirecek bir sebebin bulunup bulunmadığını da araştırılmalı ve gerektiğinde sebep ikamesi yoluna gidilmelidir…” şeklindeki hükmü ile mahkemenin sakat sebebin yerine sağlam sebebi ikame edebileceğine karar vermiştir. Ancak bu durum idarenin takdir yetkisi bulunduğu durumlarda da uygulanacak mıdır? Yoksa yalnızca bağlı yetki halinde mi sebep ikamesi uygulanabilecektir?

İdareye tanınan yetkiler, “bağlı yetki” ve “takdir yetkisi” olarak ikiye ayrılır. İdarenin bir yetkiyi kullanması, belli bir şeyi yapması ya da belli bir davranışta bulunması kesin bir biçimde emredilmiş ise “bağlı yetki” söz konusudur. Bağlı yetkide işlemin tüm unsurları hukuk kuralları tarafından önceden belirlenmiştir; idarenin bir tercih ya da seçim hakkı bulunmamaktadır. Örneğin 65 yaşını dolduran bir hakimin emekliye sevk edilmesi işleminde idarenin her hangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. İdare bu yaşı dolduran bir hakimi emekliye sevk etmek zorundadır.

Bir idari işlemin tesis edildiği anda birden çok sebebi mevcut ancak idarenin dayandığı sebep hukuka aykırı ise mahkemece ikame edilen diğer (işlemi hukuka uygun kılan) sebepte idarenin bağlı yetkisi söz konusu olabilir. Uygulamada bu ikame edilen sebepte “bağlı yetki” söz konusu ise idari yargı organlarının sebep ikamesi yoluna daha kolay başvurdukları görülmektedir.

Zira idare, işlemi hatalı sebebe dayandırdığı esnada, aslında hukuka uygun başka bir sebeple zaten aynı işlemi tesis etmek zorundadır. Mahkeme yargılama sırasında re’sen araştırma yetkisinden de hareketle bu durumu tesbit ettiğinde sebep ikamesi yoluyla bu duruma işaret ederek davayı reddetmektedir. Hatta yargılama sırasında idarenin de bu durumu fark ettiğinde sebep ikamesi yapabileceği kabul edilmektedir. Bu durum özellikle “bağlı yetki”nin söz konusu olduğu durumda yerinde bir uygulama olarak değerlendirilebilir. Zira idare başlangıçta hatalı sebebe dayanarak tesis ettiği işlemi aynı tarihte mevcut olan başka bir sebeple tesis etmek zorundadır; bu durum yalnızca sonradan fark edilmiş olmaktadır.      

Bağlı yetki halinde sebep ikamesinin uygulanmasıyla ilgili olarak Danıştay 5. Dairesinin 18.5.1999 tarihli kararında sebep ikamesi uygulanarak davanın reddi cihetine gidilmiştir. Karara konu olayda bir kurumda genel müdür yardımcısı görevden alınmış, yerine başka bir personel atanmıştır. Ancak görevden alınan personel açtığı iptal davasını kazanmıştır. İdare davayı kazanan personeli mahkeme kararı gereği eski görevine atamak ve bu nedenle sonradan bu göreve atadığı personeli genel müdür yardımcılığı görevinden almak zorunda iken bunun yerine bu personelin personel dairesi başkanlığı dönemindeki usule aykırı atamalardan sorumlu olduğu ve görevden alınmasında kamu yararı ve hizmet gereklerinin bulunduğu sebebine dayanmıştır.

Danıştay 5. Dairesi[27] ise davacı hakkındaki görevden alınmasına ilişkin usulsüzlük iddialarının soruşturma sonucu kusursuz olduğunun anlaşılması nedeniyle dayanaksız olduğu, ancak idarenin ilk genel müdür yardımcısını mahkeme kararının uygulanması zorunluluğundan başka bir seçeneğinin bulunmadığı, bu durumda davacı hakkında tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğuna karar vermiştir.

İdarenin bu mahkûmiyetin varlığı karşısında, bağlı yetkisi gereği başkaca bir davranış biçimi söz konusu olamaz. İdarenin bu mutlak fesih nedeni dururken, davacı hakkındaki fesih işlemini 30 günden fazla disiplin cezası almış olmasına dayandırmasının da, sonuca etkisi yoktur. İdare Mahkemelerinin haiz olduğu “sebep ikamesi” yetkisi karşısında; gerek olumsuz sicil nedeniyle, gerekse de emre itaatsizlikte ısrar suçundan mahkûmiyeti sebebiyle davacının sözleşmesinin feshi her halükârda zorunlu bulunmaktadır. Bu nedenle, davacı vekilinin ibraz ettiği Mahkeme kararının (kesinleşse dahi) davacının hukuki durumuna etki yapıcı bir mahiyeti olmadığı açıkça ortadadır ve davacının dayandığı bu belgenin 1602 Sayılı Kanunun yukarıda belirtilen 64 ncü maddesi bakımından bir yargılamanın yenilenmesi nedeni teşkil etmediği kuşkusuzdur…”

4.3.2- Takdir Yetkisinde Sebep İkamesi

Takdir yetkisi, idarenin bir yetkiyi kullanıp kullanmamakta ya da kullanılmasının gereklerini saptamada az veya çok serbest olmasını ifade eder. Bir başka tanıma göre “takdir yetkisi, özünde en az iki karar veya davranış arasında idarenin sahip olduğu seçim yapma imkanıdır”

İdare, işlemlerini yerine getirirken yasal sınırlar içerisinde kalmak koşuluyla, idari davranışın koşullarının önceden her yönü ile düzenlenmesi mümkün olmadığından- idare takdir yetkisini kullanabilmektedir.

Takdir yetkisi, belli bir yetkinin kullanılmasında yapılan seçimi ifade eder[28]. Ancak hukuk devleti ilkesinin gereği olarak takdir yetkisinin sınırlarının bulunması gerekir. İdareye tanınan takdir yetkisi kamu yararı ve hizmet gerekleri ile sınırlıdır[29]. Ayrıca kanunun, işlemin sebebini göstermediği “idari icaplar”, “lüzum görülmesi” veya “umumi güvenlik” gibi ifadelere yer verdiği durumlarda, sebep unsurunun idarenin takdirine bırakıldığı kabul edilir. İdari işlemin sebep unsuru bu tür belirsiz kavramlarla ifade edilse bile, idare, idari işlem tesisinde sebep olarak belli somut olay veya durumlara dayanmak zorundadır[30]. Takdir yetkisi hukuk kuralları içerisinde kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanılmalıdır

Danıştay 10. Dairesinin 24/06/1986 tarihli ve E:1984/2739, K:1986/1451 sayılı kararında takdir yetkisinin kamu hizmetinin gerekleri ile sınırlı olduğu şu şekilde açıklanmıştır[31]:

“… konuya ilişkin diğer yasal düzenlemeler de olduğu gibi çevre yasasında da, idarenin yürüttüğü kamu hizmetinin gereklerini saptama, tesis kurma konusundaki takdir yetkisi, çevre sağlığını koruyucu önlemler alma zorunluluğu dışında kısıtlanmamıştır. … Yetkili idari makamlarca, kamu hizmeti gerekleri, teknik ve ekonomik koşullar değerlendirilerek Gökova Körfezi kıyısında termik santral kurulması konusu, sonuç olarak yer seçimi hususundaki takdir yetkisine müncer olmaktadır. Kemerköy Termik Santralinin kurulacağı yerin belirlenmesine ilişkin dava konusu işlemlerde, maddi olguların nitelendirilmesinde ve takdir yetkisinin kullanımında açık bir hata saptanamamış olup; belirtilen hususlar dışında, termik santral yer seçimi ile ilgili idareye ait takdir yetkisinin kısıtlayacak veya kaldıracak biçimde yargı kararı verilmesine de yasal olanak bulunmamaktadır.” [32]

İdareye belli konularda takdir yetkisinin tanınması, idarenin keyfi hareket edeceği anlamına gelmez. İdare her şeyden önce takdir yetkisini kanunların koyduğu sınırlar içinde ve kamu yararına uygun olarak kullanmak durumundadır. Yine bu yetkiyi kullanırken eşitlik ilkesine uygun davranmalıdır.

Sebep ikamesinin kullanılmasında şayet idarenin işlemine dayanak aldığı sebebin hukuka aykırı olması, ancak hukuka uygun olan idarenin belirtmediği fakat mevcut olan diğer sebebin yukarıda açıklandığı gibi bağlı yetki bulunmaması durumunda mahkeme sebep ikamesi ile davanın reddine karar verebilecek midir? Takdir yetkisini kaldıracak şekilde mahkemenin karar veremeyeceği göz önüne alındığında bu konu önem kazanmaktadır. İdari işlemin sebep unsurunun açıkça belirtilmesinin zorunlu olduğu durumlarda takdir yetkisinden söz edilmeyebilir; ancak özellikle “kamu düzeni”, “genel sağlık”, “lüzum”, “ihtiyaç” gibi belirsiz sebeplerin varlığı halinde takdir yetkisinin de varlığından söz edilmektedir. Ayrıca idarenin işlem tesisinde hiç sebep göstermek zorunda olmadığı durumda da takdir yetkisi vardır.

İdari yargı organlarının yargılama sırasında sakat sebebin yerine idarenin kısmen de olsa takdir yetkisine giren durumlarda sebep ikamesini uygulamaktan kaçınmaları en azından bağlı yetkiye oranla çok daha istisnai olarak kullanmaları gerektiği düşünülmektedir. Bu konuda özellikle idarenin işlem tesisine sebep gösterdiği konuda bağlı yetkisi söz konusu, ancak ikame edilecek sebep konusunda takdir yetkisi söz konusu ise bu durumda da sebep ikamesi yapılmamalıdır.            

Örneğin bir devlet memurunun bir bölgedeki hizmet süresini tamamladığı sebebine dayanılarak başka bir yere ataması yapıldığında, memurun açtığı iptal davası sırasında o bölgedeki hizmet süresini tamamlamadığının anlaşılmasına rağmen bu defa mahkemece 657 sayılı Kanunun 76. maddesine göre atamasının uygun olduğuna karar verilmesi halinde adeta idarenin yerine geçilerek işlem tesis edilmiş olunacaktır. Zira söz konusu 76. maddenin uygulanmasında idarenin takdir yetkisi söz konusudur ve idare belki de bu nedenle davacının atamasını yapmayı dahi düşünmemiş ve düşünmeyecektir.

Konu ile ilgili Danıştay 5. Dairesinin[33] 31.01.2001 tarihli kararı dikkate değerdir. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdür Yardımcılığı görevinden hakkında çeşitli ihbarlar sonrasında yapılan soruşturma sebep olarak gösterilerek görevden alınarak A.P.K. uzmanlığına atanan davacının açtığı iptal davasında davacının geçmişteki eğitim safahatini ve görev yerinin özelliğini dikkate alarak işlemin hukuka uygun olduğuna karar verilmiştir:

“…Bu madde ile (657 Sayılı Kanunun 76/1 maddesi) memurların naklen atanmaları konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı açık olup, bu yetkinin ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri gözardı edilerek kullanıldığının kanıtlanması ya da idari yargı merciince saptanması halinde, sözü edilen bu durumun dava konusu idari işlemin sebep ve maksat hukuka aykırılığı nedeniyle iptalini gerektireceği yerleşmiş yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Her ne kadar davalı idarece; davacı hakkında ileri sürülen (ve kararın “Savunmanın Özeti” kısmında ayrıntılı olarak belirtilmiş olan) iddiaların “niteliği” dikkate alınarak dava konusu işlemlerin tesis edildiği öne sürülmekte ise de; söz konusu iddiaların soruşturulması sonucunda… iddialardan hiçbirisinin doğrulanmadığının görüldüğünün… davacı hakkında adli, idari ve disipliner yönlerden herhangi bir teklif getirilmemiş olması karşısında; söz konusu iddiaların soruşturulması sonucu düzenlenmiş olan raporun dava konusu işlemlerin tesisine dayanak oluşturması mümkün bulunmadığından, davalı idarenin bu yöndeki savunmasına hukuken itibar edilmemiştir.

Öte yandan … davacının geçmiş hizmetleri ile, Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğünce yürütülen ve bu çerçevede Özel Öğretim Kurumları Genel Müdür Yardımcılığı görevinin önem ve özelliği göz önünde bulundurulduğunda; davalı idarece, davacının Genel Müdür Yardımcılığı görevinden alınması ve A.P.K. Uzmanlığına atanması yolunda tesis edilen işlemlerde, bu yönüyle kamu yararı ve hizmet gerekleri bakımından 657 sayılı Yasanın 76. maddesine ve hukuka aykırılık görülmemiştir.” Bu kararda idare, davacının atanmasında yalnızca hakkındaki soruşturmayı sebep olarak esas almış iken; Danıştay, idarenin sebebini hukuka aykırı bulmuş; ancak davacının geçmişindeki aldığı eğitimi ve görev yaptığı yerin önemini değerlendirme konusu yaparak davacının bu görevi yürütmesinin uygun olmadığına karar vermiştir. Böylece aslında idarenin takdir yetkisinde olan bir alana girilerek karar verilmiştir.

Sonuç olarak idare, takdir yetkisini kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanmalıdır. İdarenin takdir yetkisi kullanımında, idari makamın yaptığı işlemin uygun işlem olup olmadığını, bu işlem hakkında bir takım sorulara aldığımız cevaplara göre karar verebiliriz. Bu sorular şunlardır: “Acaba yapılan idari işlem gerçekten zorunlu mudur? Bu işlem mi yapılmalıydı? Başka işlem yapılsa da olur muydu?”[34] Bu sorulara verilen cevaplar idari usulün sonucu yapılan işlemin, uygun işlem olduğu sonucuna ulaştırıyorsa, idare sahip olduğu takdir yetkisini kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak kullandığı sonucuna ulaşabiliriz.

            İdarenin kararında gösterdiği, ya da istek üzerine açıkladığı sebep, o işlem için öngörülen sebep değilse, ya da gösterilen sebep başka bir hukuksal sonuç doğuruyorsa, ya da sebep olarak gösterilen olay ile karar arasında kamu yararı yönünden normal bir ilişki yoksa, sebep yönünden sakatlık durumu ortaya çıkar ve işlemin iptali gerekir[35]

SONUÇ

İdari işlemin unsurlarından olan sebep unsurunun yukarıda belirtilen tanımlarından da anlaşılacağı üzere idare işlemin mutlaka bir sebebe dayanması gerekir ve bu sebep objektif nitelikte olmalıdır. İdareyi işlem tesis etmeye götüren sebep, maddi ve fiili bir olay yada hukuki bir durum olarak kendini gösterebilmektedir. İdari işlemlerin sebepleri üç değişik şekilde bulunabilmektedir: İşlemin sebebinin açıkça belirtilmesi zorunluluğu, işlemin sebebinin açıkça belirtilmemesine rağmen belirsiz de olsa idarenin bir sebep göstermekle yükümlü tutulması ve idarenin sebep gösterme zorunluluğunun bulunmaması. Son iki durumda idarenin takdir yetkisi ilk durumda ise bağlı yetkisi söz konusu olabilmektedir.

İdarenin, bir işlemi belirli bir sebebe dayanarak yaptığını söylemesi ve sebebi zikretmesi halinde zikredilen sebebin yokluğu veya hakikate aykırılığı, tasarrufun sakatlığı ve iptali sonucunu doğurur. İdarenin işlemin sebebini vasıflandırmasındaki hatası ise ayrı bir iptal sebebidir.

“Sebep İkamesi” kavramının özellikle öğretide çok fazla kullanılmamasına rağmen Danıştay kararlarında kullanılması karşısında bu konunun üzerinde durulmalı ve uygulanırken titiz davranılmalıdır. Zira sebep ikamesinin her durumda kullanılması beraberinde bir çok sorunu ve tartışmayı da gündeme getirebilecektir.

Sebep ikamesinin özellikle bağlı yetki durumunda kullanılması pratikte faydalı olabilir. Ancak özellikle idarenin takdir yetkisinin söz konusu olduğunda sebep ikamesi çok daha dikkatli kullanılmalı hatta kullanmaktan kaçınılmalıdır. Zira bu durumda idarenin takdir yetkisine müdahale, idarenin yerine geçerek karar verme sonucu doğabileceği dikkate alınmalıdır.

 



[1]  Özay, Günışığında Yönetim, s.356; Günday, İdare Hukuku, s.138.

[2] Akıllıoğlu, “Yönetsel İşlemlerde Gerekçe İlkesi” , s.7; EROĞLU, Hamza, İdare Hukuku Dersleri, Sevinç Matbaası, Ankara, 1972.  s.50.

[3] Günday, Metin: İdare Hukuku,Ankara,İmaj Yayıncılık, s.138; Eroğlu, a.g.e., s.50-51.

[4] DİDD., T: 1/10/1999, E: 1998/96, K: 1999/844, (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim /container.jsp

[5] Gözübüyük, A.Şeref: Yönetsel Yargı,17. Bası, Ankara, Turhan Kitabevi, 2003.  s.227.

[6] Danıştay 5. Dairesinin 11/12/2001 tarihli ve E: 1998/1346, K: 2001/4937 sayılı kararında “…somut  bir olaya dayanmayan istihbari nitelikteki bilgiye ve buna dayalı olarak müfettiş raporunda yer alan öneriye dayanılarak kurulan işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı” gerekçeleriyle, idareye işlem yapmaya yönelten etkenin gerçek olması gerektiğine yer vermiştir. Bk. (Erişim) http://www.danistay.gov.tr /kerisim/container.jsp

[7] Kemal Gözler, İdare Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Bursa, Ekin Kitabevi, 2007, s.331-334.

[8] Günday, İdare Hukuku, s.139

[9] Özay, Günışığında Yönetim, s.357.

[10] CANDAN, Turgut, Açıklamalı İdari Yargı Usulü Kanunu, 2. Baskı, Ankara, Maliye ve Hukuk Yayınları, 2006 s.150-151

[11] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[12] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[13] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[14] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[15] ÖZAY,İl Han: Devlet, idari Rejim ve Yargısal Korunma,  İstanbul 1986, s.197

[16] ONAR Sıdık Sami, İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. I, 3. Bası, İstanbul, 1966.

[17] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[18] Gözübüyük, Yönetsel Yargı, s.229.

[19] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[20] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[21]ÇAĞLAYAN, Ramazan, İdari Yargı Kararlarının Sonuçları ve Uygulanması, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2000.  s.182.

[22] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[23] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[24] Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. I, s.42.

[25]BALTA, Tahsin Bekir, İdare Hukukuna Giriş I, Ankara, TODAİE Yayını, Yayın  No: 117, 1968/70. s.84.

[26] Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

 

 

[27] Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[28] Tekin Akıllıoğlu, “Saklı Yetki Kavramı”, AĐD, C: 11, S: 3, 1978, s.76

[29] Yüksel Metin, Ölçülülük İlkesi (Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku İncelemesi), Ankara,  Seçkin Yayıncılık, 2002, s.68. Ayrıca Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 09/07/1993 tarihli ve E:1993/297, K:1993/231 sayılı kararında idare takdir yetkisini “…kamu yararı ve hizmet gerekleri(ne)” uygun kullanılması gerektiğine karar vermiştir. Bk. (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/ kerisim/container.jsp, 27 Aralık 2008.

[30] Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s.331.

[31] Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

[32] (Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/ozet.jsp?ozet=metin&dokid=719

[33] Erişim) http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp

 

[34] Akyılmaz, İdari İşlemin Yapılış Usulü, s.185.

[35] Gözübüyük, Tan, İdare Hukuku (İdari Yargılama Hukuku), C: II, s.483-484.